Sitemizi Facebook'ta Beğenmek İster misiniz?

23 Haziran 2011 Perşembe

Hatırat - 4. Bölüm


10 pare İspanyol teknesine Haçlı sancakları çekip 500 levendimle yerleştim. Becaye’ye dümen tuttum. Becaye kalesindeki İspanyol kafiri, Minorka’dan 10 pare geminin imdada gelmesini beklerdi. Bizi uzaktan görünce dindaşları sanıp külahlarını havaya fırlatarek sevinç alametleri gösterdiler. Böylece şenlik ve şadumanlık içinde bulunan kaleye yanaştık. Kafirler kale kapılarını açmışlar, imdada gelen tekneleri karşılamak için yalılara dökülmüşlerdi. Birden levendlerimi sahile çıkardım. “Allah Allah” sadası ayyuka çıkınca, kafirler bozuldular. Kaleyi fethettik. İspanyollar “mayna sinyor!” diye bağrışıp aman dilediler. Civar ülkelerden gelen cümle şeyhler ve kaaidler, bana biat ettiler. Bundan böyle hükümdar olarak beni ve ağam Oruç’u tanıyacaklarına and içtiler. Becaye’ye asker koydum, Ağamla buluşmak üzere Cicelli’ye döndüm. Ağam Oruç gözlerimden öperek beni tebrik etti. Zira Becaye, geyetle mühim bir kaleydi. Kalede 800 fıçı barut ve dünyanın ganimeti elimize geçti. Bilhassa baruta çok sevindik.

Zira barutumuz azalmıştı. Tunus Sultanı da artık bize barut vermiyordu. Baktık ki Tunus Sultanı bizden günden güne yüz çevirir. Kendi başımızın çaresini görmeye karar verdik. Bunun için de, bu gurbet ellerinde, kendimiz için yeni bir devlet kurmak icap ediyordu.

İspanya’da Becaye’yi fethettiğimiz haberi duyuldukta, kafirlerin başına kıyamet kopup, cümlesi yeis ve matem deryasına battılar. İspanya kralı Karlos(*) buyurdu ki, tez vakitte Becaye Türkler’den alına ve İspanyol esirleri kurtarıla. Diğer taraftan Cezayir ülkesi halkı gördü ki Türkler, kafirin belini kırmaya kadirdir. Gayetle adil ve Allah’tan korkan bir millettir. Ben ve ağam, Cezayir’in Cicelli şehrinde otururken, ülkenin birçok şehrinden heyet geldi. Bunların en mühimmi, memleketin merkezi olan Cezayir şehrinden gelen heyetti. İspanyol zulmünden bizar olan Cezayir şehri halkı, bizden imdat istiyordu. Ağam Oruç, 500 leventle Cezayir şehrine doğru yola çıktı. Beni Cicelli’de bıraktı.

(*) İspanya kralı ve Almanya imparatoru Charles-Quint ki, Barbaros Kardeşlerin en büyük hasmı ve rakibi olacaktır

Ağam Oruç Reis, Cezayir şehrini fethe giderken, ben de Clcelli’den hareket ettim. Tunus’a gittim. Tunus Sultanı artık bize tamamen düşmanlık gösterirdi. Fakat beni on pare tekneyle görünce korktu. Zahirde iltifat etti. Vafir özürler diledi. “Biz Müslüman mücahitlere niçin barut yollamadınız?” dedim.

“Benim barut istediğinizden haberim yoktu,”dedi; “kethudam bana bildirmedi. Ben de kethudanın başını vurdurdum.”

Gerçi kethudasının başını vurdurmuştu. Fakat bunun sebebi bambaşkaydı. Ama ben bunu sultanın yüzüne vurmadım. Kanmış göründüm.

Sultanla beraber atbaşı Tunus şehrini gezdik. Sonra limana döndüm. Yanımda büyük ağam İshak Reis, Muslihuddin Reis, Kurdoğlu Reis, Deli Mehmed Reis ve başka namlı levent reisleri vardı. Doğu Akdeniz’e Kıbrıs taraflarına doğru gidip avlanmak, sonra Cezayir’e dönmek için reislerime emir verdim. Ben, ağam İshak Bey’le beraber Cezayir’e döndüm. Reislerim, yedi pare gemiyle doğuya açıldılar. Bir müddet sonra Kıbrıs’la Mısır arasında Donanmay-ı Hümayun’a rasladılar. Leventlerin sevinçten akılları başlarından gideyazdı. Zira Türk Donanması derya yüzünü kaplamıştı. Muslihuddin Reis, hemen donanmaya yanaştı. Kapdan-ı Derya Cafer Bey’in huzuruna çıktı. Selim Han’ın kapdan-ı deryası:
“Padişah Mısır seferindedir,” dedi; “haberiniz yok mudur? Niçin gelip Donanmay-ı Hümayun’a katılmazsınız?”
Muslihuddin Reis, gayet akıllı bir adamdı. Dedi ki:
“Devletlu Efendim, haşa ki padişah hizmetini ihmal etmişliğimiz yoktur. Başka ıklimdeyiz. Haberimiz olmadı. Eğer bir köpeğinizi gönderip haber salaydınız, emriniz başımızın üstüne, derhal yetişirdik. Devlete hizmet, bize en büyük dünya nimetidir.”

Kapdan-ı Derya, Muslihuddin Reis’in bu akıllıca sözlerini çok beğendi: “Berhudar olasınız!” dedi.

Muslihuddin Reis, yedi pare gemisiyle, Donanmay-ı Hümayun’un peşine takıldı. Hep beraber iskenderiye limanına girdiler(*). Bu sırada Selim Han, Mısır’ı tamamen fethetmişti. Kahire’deydi. Donanmasının İskenderiye’ye geldiğini işittikte, hemen bu limana geldi. Donanmay-ı Hümayun’u teftiş etti. Bu arada Muslihuddin Reis’e çok iltifatlar etti. Pek çok asker, ve mühimmat verdi. Bunları alan Muslihuddin Reis, Cezayir’e döndü.

(*) 19 mayıs 1517

ORUÇ REiS’iN ZAFERi
Muslihuddin Reis’in Mısır seferi iki buçuk ay sürmüştü. Ağam Oruç Reis, gemilerinin döndüğünü ve Selim Han’ın gönderdiği askerleri ve topları görünce, ziyade mesrur oldu. Ağam Oruç, Cezayir şehrindeyken, ben Cicelli’de otururdum. Cezayir ülkesinin büyük kısmı elimize geçmişti. Kıyıda birçok kaleyi ellerinde tutan İspanyollar, çok telaşlandılar. 40 pare gemi hazırladılar. Tunus’un Halku’l-Vad limanına gelip demir attılar. Amma bizden kimseyi bulamadılar. Hiçbir şeye kadir olamayıp geri döndüler. Cezayir limanına geldiler. Maksatları, Cezayir ülkesi’nin en büyük şehri olan bu limanı ağam Oruç’tan almaktı.

Ağam Oruç, hamiyet kuşağını dört elle kuşandı. Sabaha kadar başını secdeden kaldırmadı. Cenab-ı Hak’tan nusrat ve zafer diledi. Sabah güneş doğarken, leventlerini topladı. Arap’tan, Berberi’den, Endülüslü’den de çok askeri vardı. Amma bunlar, Türk leventleri gibi cenk bilmezler, sıkışınca düşmandan yüzgeri ederlerdi. Cümlesi beş, altı bin mücahitti. Düşman, yalıya on bine yakın asker çıkarmıştı. 40 pare gemilerinde daha da asker vardı.

Oruç Reis, sancaklarını burçlara diktirdi. Kafirleri kahredecek bir tabiye hazırladı. Gece karanlığı basınca üç bin mücahitle Cezayir kalesinin bir kapısından gizlice çıktı. Dağları dolaşıp İspanyollar’ın ardına düştü. Fırtınalı, pek karanlık bir geceydi. Hemen Ulu Allah, mücahit kullarına yardım ederdi. İspanyol kafiri, fırtına ve karanlığın sıkıntısı içindeydi. Oruç Reis’in hareketini anlayamadı. Oruç Gazi, birden düşmana savlet eyledi. Kafir neye uğradığından gafildi. Cümlesi kılıçtan geçirildi. Bir taraftan da kaz yumurtası büyüklüğünde dolu yağıyordu. İspanyollar şaşkınlıktan birbirlerini kırmaya başladılar, gemilerinde ne kadar asker varsa karaya döktüler. Yirmi, otuz bin oldular. Amma göz gözü görmezdi. Oruç Gazi, düşman alaylarını imhaya devam ediyordu. Azim cenk oldu. Sonunda düşman sindi. Gecenin sonunda, sabaha karşı Cezayir kalesinden iki bin mücahit daha çıktı. Bir taraftan da bunlar İspanyollar’a kılıç çalmaya başladılar. Kafirler tamamen kırıldı. Geri kalanları esir alındı.

Oruç Gazi esirleri saydırdı. 2700 kafir esir düşmüştü. Gazilerin verdiği şehit 300 kadardı. Cümlesi merasimle gömüldü. İslam askeri muzaffer oldu. Türk sancağı yükseldi. En büyük kafir devleti olan İspanya, ağam Oruç’a karşı münhezim oldu. Kral Karlos’un yüzü karaya boyandı. Hemen Hak Taala kafirin yüzünü daima kara eyleye! Amin, bi-hürmeti Seyyidi’l-Mürselin(*).

(*) 30 Eylül 1511 Cezayir zaferi. Bu muharebede Don Diego de Vera’nın başkumandanlığındaki 40 harp, 140 nakliye gemisi ve 15000 kara askerinden müteşekkil büyük İspanyol kuvvetleri, Oruç Reis tarafından müthiş bir hezimete uğratılmıştır. İspanya, Avrupa’nın en büyük kara ve deniz devletiydi

Ağam Oruç, bu büyük zaferi bir nameyle bana bildirdi. Zafer haberini aldığımda, yanımda büyük ağam İshak Reis de vardı. On pare tekneyle denize açılmaya hazırlanıyorduk. Cezayir’e ağam Oruç’a yardıma gidiyorduk. Hacet kalmadı. Akdeniz’e açıldık. 16 parça kafir gemisi ele geçirdik.

Bunlar, barut, kurşun, kereste, katran, yağ, pirinç, buğday yüklü teknelerdi. Denize açıldığımızın yirmi dokuzuncu günü dönüp Cicelli limanına demir attık. Bir gemi dolusu buğdayı fukaraya sadaka eyledim. Ağam Oruç’tan bir name gelmişti. Münafık bir Arap şeyhini yakalamam için emir veriyordu. Derhal beş yüz leventle dağlara çıktım. İki yüzlü şeyhi yakaladım. Başını kestirdim. Yerine başka bir şeyh tayin ettim. Cicelli’ye döndüm. Birkaç gün istirahat ettim. Yirmi küsur parça tekneyle denize açıldım. Mübarek bir saatte Cezayir limanına girdik. Ağam Oruç’la buluştuk. Büyük ağamız İshak Bey de bizimle beraberdi. Hayli müddet can sohbetleri eyledik. Kışı bu minval üzere geçirdik.

Evvel bahar geldi. Ortalık lalezar oldu. Gemiler limandan çıktılar. Derya üzerinde oynaşmaya başladılar. Cezayir ülkesinde Tenes şehri vardı. Bir Arap emiri hüküm sürerdi. Amma bu hanedanda anlaşmazlık eksik olmaz, her daim kan dökülür, ahali sıkıntı çekerdi. İspanyol kafiri, bu beldeye de musallat olmuştu. Ağam Oruç Bey Gazi, bu beldeyi de hükmü altına almak istiyordu. Bu sırada İspanya kralı Karlos, Tenes’e on pare gemi göndermişti. Güya Tenes emirini himaye eder, aslında Müslüman halka kan kustururdu. Tenes şehrinde sultanın muhafızı geçinen bir İspanyol birliği vardı. Ahaliyi soyup soğana çevirir, kıymetli ne varsa gemilerine yükleyip İspanya’ ya gönderirlerdi.

İshak ve Oruç Reisler, Cezayir şehrinde kaldılar. Ben on iki pare tekneyle Delis’e geldim. Limanda dört pare ispanyol gemisi yatardı. Bizi görünce akılları başlarından gitti. Gemilerini bırakıp kaleye kapandılar. Gemileri, topları, tüfekleriyle elimize geçti. Öyle telaş etmişler ki, gemilerinden bir habbe almayıp firara yüz tutmuşlardı. Bin beş yüz leventle karaya çıktım. Kale önlerine geldim. Şiddetli bir mukavemet ve cenk bekliyordum. Fakat kale kapılarını açık buldum. Birkaç yüz Müslüman bizi karşıladı:

“Hoş geldiniz!” dediler; “İspanyol kafiri, kendileriyle birlik olan beyimizle beraber gece kaleden çıktı gitti. Belki on bin kişiydiler. Hepsi beyin adamlarıydı. Şehirde kalanlar, Cezayir ülkesinde sizden ve karındaşınız Sultan Oruç’tan gayri hükümdar tanımayanlardır.”

Bu haberi alır almaz, iki bin gaziyi yola düzdüm. Kaçanların peşinden saldım. Gaziler, ikinci günü firarileri yakaladılar. Tekbir alıp savlet eylediler. Allah aşkıyla:
“Nereye gidersiniz bre kafir-i bi-dinler?” deyip avaze saldılar; “bilmez misiniz ki, sizin için bizim elimizden halas yoktur?”

Tüfek ateşinden sonra iş kılıca ve palaya dayandı. Tüfek ateşinden serçeler gibi düşen düşman, kılıç ve palaya hiç dayanamadı. 350 kafir esir alındı. Gerisi kırıldı. Bizden de yetmiş ila seksen gazi şehit oldu. Allah makamlarını Cennet eyleye!

Gazi leventlerimi, Tenes kalesinin önünde karşıladım. Şehit düşen yoldaşları için teselli ettim. Zaferlerinden ötürü tebrik eyledim. Bir müddet Delis’te kaldık. En kıdemsiz levendin eline 500 altınlık ganimet geçti. Ganimetimiz arasında 150 kantar kara biber, 75 kantar tarçın, 25.000 zira kumaş, denk denk ibrişim ve ipek, 400 kantar bal, 600 kantar bal mumu, 1000 top sof, pek çok cenk malzemesi vardı. Tenes’e bir subaşı bıraktım. Mübarek saatte 16 pare cenk teknesiyle deryaya açıldım. Cezayir’e geldik. Oruç ve İshak Reisler’le sarmaş dolaş oldum. Gaziler reisi Oruç Bey :
“Gazan mübarek ola karındaş!” diye tebrik ve dualar etti.

Tenes’ten kaçan bey, Tlemsen sultanının karındaşı oğluydu. Bizden aldığı ders yetişmedi:
“İspanya Kralı sağ olsun. Benim ahımı bu Türkler’de komaz!” gibi laflar ettiği duyuldu.
Anladık ki, bu herifin kalbinden islam muhabbeti kalkmış. Sanırdı ki, İspanyol kafiri Cezayir şehrini bizden almaya muktedirdir ve o zaman, kendisini Cezayir sultanı yapacaktır. Bu hayal ile gezerdi. Bu Arap milletine itimat etmek kat’a caiz değildir. Bir müddet sonra öğrendik ki, Tlemsen sultanının karındaşı oğlu, etrafına topladığı Araplar ve İspanyollar’ la tekrar Tenes’i ele geçirmiş. İspanyol kafirinin zulmünden ve tasallutundan kurtardığımız Tenesliler de, onu gene beyleri olarak kabul etmişler.

Ağam Oruç bu haberi aldıkta gayet kızdı. Mübarek mizaçları galeyana geldi. Bu defa bizzat kendisi gidip düşmana haddini bildirmek istedi. Cezayir ulemasını topladı:
“Efendiler, en büyük din düşmanımız olan İspanyol kafiriyle bir olup din kardeşlerimiz üzerine yürüyen, İspanya Kralı’na biat eden, nasihatlerimize kahpelikle mukabele eyleyen Tenes beyinin akibeti ne ola?” diye sordu. “Dinimizin bu husustaki emri nicedir?”

Cümle ulema ittifakla dediler ki: “Katli vacib, canı ve malı helaldir” ve bunu fetva halinde yazıp ağam Oruç’a verdiler. Oruç Reis, benimle ve büyük ağamız İshak’la vedalaştı. Cezayir’den Tenes’e geldi. Tenes ahalisi baktı ki gaziler reisi yaklaşır, hal yamandır, Tlemsen sultanının karındaşı oğlu olan beylerini bağlayıp Oruç Reis’e teslim eylediler:

HAİNİN BOYNU VURULDU
“Sen sultansın, biz kuluz,” dediler; “kusur bizden, inayet sendendir!”
Daha bu minval üzere hayli iki yüzlü laflar ettiler. Ağam Oruç, gayetle merhametli bir adamdı. Hileden nefret eder, ihsan ve inayeti sever, gönlü zengin bir mücahitti. Tenesliler’i bağışladı. Beylerini huzuruna getirtti:
“Bre namerd,” dedi; “senin ahlaksızlığın görülüp işitilmiş şeylerden midir? Benim hakkımda <ben öyle korsan makuulesine kulak asmam, İspanya Kralı’nın devletlü bir kuluyum,> demişsin. Bre mel’un, kulu olduğun kralın yüz binlerce Müslüman’ı kılıçtan geçirdiğini, Endülüs’e kan kusturduğunu bilmez misin? Biz korsan değil, elhamdülillah mücahit gazileriz. Din yolunda cenk ederiz.”

Ve hemen cellada işaret edip hainin boynunu vurdurdu. Daha birkaç Arab’ı huzuruna aldı:
“Bu mel’un size geldikte bağlayıp bana göndermeniz gerekti,” dedi; “beni karşınızda gördükten sonra bu işi yapmak marifet değildir. Siz bana sultan olarak biat etmediniz mi? Yemininizden nasıl döndünüz?”

Onların da başlarını kestirdi. Tenesliler gördüler ki akıbet yamandır. Cümlesi Oruç Reis’e sadakat yemini ettiler. Ondan başkasını hükümdar tanımayacaklarına and içtiler. Ağam Oruç, bütün fitnenin Tlemsen’den geldiğini bilirdi. Tlemsen, Cezayir ülkesinin en batısında, Fas hududu yakınlarında, büyük bir beldeydi. Çok eski bir hanedan orada hüküm sürerdi.

4. BÖLÜMÜN SONU


Benzer Yazılar



0 yorum:

Yorum Gönder