Sitemizi Facebook'ta Beğenmek İster misiniz?

19 Kasım 2014 Çarşamba

Bir Öğretmenin 24 Kasım Haykırışı


24 Kasım her yaklaştığında, ülkenin gündemi eğitim camiası oluyor. Hakkımızın ödenmeyeceğinden tutun da, en “kutsal” mesleğe sahip olduğumuza kadar; bizim gönlümüzü hoş edecek tüm cümleler söyleniyor. Yeni öğretmenler bu sözlerden etkileniyor da, ya eskiler? Geçen 24 Kasım’ı öğretmen olarak geçirip de o günün sonrasını da yaşayanlar? Yani acı tecrübeleri olan öğretmenler; acaba bu sözleri duyunca hâlâ seviniyorlar mı?

Çocukluğumdan beri öğretmen olmak istemiştim. Öğretmenimin sınıfa girişi, bizim ona duyduğumuz sevgi, ailemizin duyduğu saygı… Bütün bunlar, öğretmenliği daha o yaşlarda kafama sokmuştu. Bunun için öğretmenlerimi can kulağı ile dinledim, belki onların tahmin edemeyeceği kadar dikkatle seyrettim onları. Her hareketlerini gözlemledim, her tepkilerini ezberledim…

Günün birinde muradıma erdim ve hayallerimdeki mesleğe kavuştum. Artık ben de bir öğretmendim ve benim de yetiştireceğim öğrenciler olacaktı. Onları ben yetiştirecektim ve onların başarılarıyla ben de mutlu olacaktım. Bu amaçla uğraştım, çalıştım. Yorgunluğumu hissetmemeye çalışarak, teneffüslerimi dahi onlara ayırdım. Onlar için “fazladan” yaptığım bu işler hiçbir zaman gözümde olmadı. Zaten, olması gereken de buydu; öğretmenlik fedakârlık mesleğiydi…

Sonra bir gün yolum yurdun doğusuna düştü. Askerliği öğretmen olarak yapmamı uygun buldular, köyün birine gönderdiler. Farelerin ve kargaların işgal ettiği, tuvaleti ve suyu olmayan bir lojmanda kalmam gerekti; itiraz etmedim. Okuldaki tek öğretmendim, her iş bana bakıyordu. Tek derslikli okulumu temizledim, camları yıkadım, sıraları onardım. Kış gelince merdivendeki karları temizledim, tezek kırıp sobayı yaktım. Tek başına geçirdiğim geceler, sık yaşanan elektrik kesintileri ile iyice yaşanmayacak hâle geliyordu. O ara, okul müdürü olarak e-Okul’da yapmam gereken işleri yapmadığım için İlçe’den fırça yedim. Gerçi fırçayı benim yerime başka bir müdür yedi, çünkü benim cep telefonum çekmiyordu. Okulun telefonu borcundan dolayı zaten kesikti, kendi paramla aldığım internet bağlantısı da sürekli kopuyordu. Ama ilçedekiler yine de e-Okul’un okul müdürünün sorumluluğunda olduğunu söylüyorlardı.

Askerlik bitince şehirdeki okuluma döndüm. Yeni öğrencilerim, yeni velilerim oldu. Velilerim her zaman öğrencilerimden daha büyük sorun oldular. Öğrencilerimle uğraştım, hem de çok uğraştım. Ama velilerimle hep daha fazla uğraşmak zorunda kaldım. Öğrencisinin yerinden şikâyet eden de geldi, ödevlerden şikâyet eden de. Sınıfın yönetimi bana aittir dedim, okul müdürüne gittiler şikâyet için. İhtiyacı olan öğrencilere dağıtılacak eşyalar geldi okula, ihtiyacı olmadığı için vermediğim öğrencilerin velileri yine şikâyete gitti. Sorunlu öğrencilerin velilerini okula çağırdım, aile dramları ile karşılaştım. Öğretmen sensin, çözeceksin dediler; çözmek için uğraştım. Çocuğun arkadaşlarına zarar vermeye devam ederse ceza alır dedim, veli bana düşman oldu. Ödev yapmadığı için çocuğuna kızdım, gitti müdüre şikâyet etti.

Okulun kasasında para olmadığı için okulu boyatamadık. Veliler şikâyet etti, okul müdürüne soruşturma açıldı. İlçe’den para bulun dediler diye, velilerden okula maddî destek sağlamalarını istedik; yine şikâyet edildik. En sonunda boyaları İlçe gönderdi, boyamasını da biz öğretmenler yaptık da sorun çözüldü.

Okulun tuvaletlerini onarın diye yazı yazdık, “Ara tatilde onarırız” cevabı geldi. Ara tatil geldi, onarım yaz tatiline ertelendi. Nisan’da onarımı yapacak kurum kapatıldığı için, yaz tatilinde de onarım yapılamadı. Eylül’de tuvaletlerin durumunu gören yeni velilerimiz tarafından, yine şikâyet edildik.

Tüm bu sorunlar yetmezmiş gibi, okulla hiçbir alakası olmayan bir parktaki ağaçların kesilmesini bahane eden gruplar okulu taşladı. Yeni gelen müdür, “Kendinizi sevdirseydiniz okulu taşlamazlardı.” dedi. “Bizi sevmediklerinden değil, düşünce tarzlarından taşlıyorlar. İki yüz metre ilerideki karakolu da TOMA’lar koruyor.” dedim, cevap veremedi. Ertesi gün derse on dakika geç kaldım diye, esti gürledi; oysa gösterilerden dolayı yol kapalıydı.

Yaşadığımız ve uğraşmak zorunda kaldığımız bunca eğitim dışı duruma rağmen, bizi eğitim camiası olarak adlandırıyorlar. Uygun ortam ve fırsat sunulmasa bile, bizden eğitim-öğretim yapmamızı istiyorlar. Oysa şu bir kesindir; öğretim için önce eğitim gerekir. Çocuğu eğitmek için ise, önce ailenin eğitilmesi gerekir. Öğrencisine iyi öğretmen arayan aileleri herkes bilir de, iyi velilere sahip olmak için dua eden öğretmenleri kimse bilmez. Çünkü tüm bunlar öğretmenin işidir, öğretmen bunun için para alır. Üstelik hafta içi yarım gün çalışıp, hafta sonları da çalışmamasına rağmen; tam üç (!) ay da tatil yapar.

Öğretmenler tüm bu olumsuzlukları yaşarken, yanlarında kimsenin olmamasına zaten alışkındır. Seçim meydanlarında eğitimin parasız olduğunu haykıran siyasetçilerin, okulun ihtiyaçları söylendiğinde veliyi adres göstermelerini de sineye çeker. Bilir ki; veliden maddî destek istediğinde ya eğitimin ücretsiz olduğunu duyacak ya da şikayet edilecek. Ama öğretmen yılmaz; tüm bu çarkların arasında Türk Millî Eğitimi’nin genel amaçlarını gerçekleştirmeye çalışır. Her gün biraz daha zorlaştırılırken şartları, her gün duyarken meslektaşlarının başlarına gelen nahoş durumları; yine de sınıfa girdiğinde gülümsemeye çalışır. Çocukları olarak gördüğü öğrencilerine, kendisinin içinde bulunduğu bu saçma sistemi hissettirmeden insanlığı öğretmeye çalışır. Yalansız, dolansız, riyasız insanlığı…

Sonra Kasım ayının sonları gelir; siyasetçiler, öğretmenlerin ne kadar kutsî bir vazifeyi ifa ettiği hakkında açıklamalara başlar. Oysa o anlarda yurdun doğusunda bir öğretmen, lojmanında elektriksiz ve telefonsuz tek başına oturuyordur. Siyasetçiler açıklama yaparken veliler ise; diğer sınıfların velileri ile yarışa girmiş, sırf kendi egolarını tatmin etmek için öğretmenlerine daha pahalı bir hediye alma uğraşındadırlar. Oysa o anlarda bir öğretmen velisi tarafından tehdit edilir, dövülür ve hatta öldürülür. Sonra 24 Kasım Öğretmenler Günü geçip gider, her şey normale (!) döner.

Acı tecrübelere sahip öğretmenler, zaten o hafta söylenenleri hiç önemsememiştir. Çünkü bilir ki; aslında kutlama cümlesi şöyle olmalıdır: Öğretmenler günümüz, her şeye rağmen kutlu olsun...

Benzer Yazılar



0 yorum:

Yorum Gönder